Nuri ERCAN
nurihatem@gmail.com
Bilmek Yeter mi?
16/11/2024
Merak saiki keşke sadece akla gelen konularda hop oturup hop kalksa! Dışardaki uyarıcılar merakı meraklandırır. Fıtrat üzere dünyaya gelen insanoğlunun çevresi onu fücur tarafına doğru çekmediği müddetçe merak konuları büyük oranda insana faydalı olabilecek konular olur. Bir de nefis olmasa! Tabi ki nefis sayesinde merak, takva yerine cürümlere davetiye çıkartabilir. Merakı öldürmeyelim temelli! Merak olmasaydı ilimleri de öğrenemeyecektik. Merak olmasaydı kendimizi tanımayacaktık. Merak olmasaydı kainatı tanıyıp yaratıcısı hakkında sorular soramazdık. Öğrenmenin emekleme döneminden kurtulup önce day durduğu, sonra kısa kısa adımlar attığı dönem merak dönemidir. Alemleri yaratan Allah, Hz. Adem’e ilmi üç ayrı kanaldan sunmuştur. Öğretilen ilim ki, bu Adem babamıza Allah’ın öğrettiği, mahiyetini tam olarak bilemediğimiz ama tahmin edebildiğimiz kelimelerdir. İndirilen ilim ki, bu vahiydir. Diğeri ise öğrenilen ilimdir. İnsan atasının ve insanoğlunun kendi çabalarıyla tecrübe ederek, araştırarak öğrendiği bilgilerdi. İndirilen ilim sayesinde insanlığın atası dünyaya iner inmez ne yapacağını bilemez bir şekilde kara kara düşünmeden hemen hayata koyulmuştur. Yanında uygulayacak ne bir bilgi ne de bir tecrübe vardı. Allah’ın sadece kelimeleri ile ilk insan adeta bir kullanma kılavuzu bulmuş oldu. İnsanlarla konuşurken lazım olacak harflerdi belki bu kelimeler. Belki taşın toprağın adı idi. Belki ekinin dikinin adı idi. Her neyse, bu kelimeler Hz. Adem’in dünya evine girmesine yardımcı oldu. Kendisine vahyedilen vahiy vesilesi ilk insan ve ilk peygamber aynı zamanda medeniyet kurucu olmuştur. Vahiyle insanlara ölçü geldi. Tartışmaların nasıl çözüleceğini vahiyden öğrendi insanlık. Adaleti kavradı. Zulme karşı çıktı. Hukuku uyguladı. Merhameti hakim kılmaya gayret etti. Alemlerin sahibine nasıl davranılacağını bildi. Şirk koşmanın perişanlığını öğretti vahiy. Sosyal medyanın ayağımız altından bir şeyleri kaydırdığını söyleyip duruyoruz. Paylaşım sitelerini kullanım sıklığı arttığından beri saklı gizli duran şov merakı hepimiz sarıp sarmaladı. Dünyada ulaşılmamış yer kalmadı. Âlemin en sırlı bölümleri insanın merakına sunuldu. Tanımadığımız görmediğimiz hayvan kalmadı gibi. İnsanlar başka insanların merakını uyandırabilmek için topyekûn faaliyete geçti. Kadınlı erkekli herkes şov yapıyor, şov seyrediyor. Dünya küfür sistemi kadınlara ve gençlere ilk defa, inkar edilemez, geniş çaplı bir nüfuz sağlamış durumda. Bunu yaparken iki kavram kullandı. “Sen” ve “özgürlük.” Sen’i bireyselliği meşru kabul ettirmek için öne sürerek kendine geniş bir hakimiyet alanı açtı. Özgürlük ise zaten temeli yüz yıllar önce atılmış bir sömürü kavramı idi. Ancak özgürlük de dünya insanlığına amiyane tabirle tam olarak yeni yeni hazmettirilmiştir. Özgürlük ilk defa sınırsızlık anlamının sunduğu cazibe sebebi ile bütün insanlık tarafından reddedilemez hale gelmiştir. Bu iki kavramın da alternatifine sahip Müslüman zihni de yavaş yavaş alzeymir olmuş bir beyin gibi kendi kavramlarını unutup ne dediğini bilemez bir hale doğru hızla ilerlemektedir. Son zamanlarda milletimizde büyük bir karamsarlık gözleniyor. Bunun başlıca sebebi bilmektir. Evet bilmek! Avrupalılara göre bilmek egemen olmaktır. Peki bilmek bizde neden karamsarlığa sebep oluyor? Tahakküm etme arzusu ve hakikati unutma bu sonucu doğruyor. Sağdan soldan, kafirden, fasıktan, cahil müminden ulaşan malumatlar merak saiki ile alınıp -sağlaması yapılmadığı için- çakma bir bilgiye sebep oluyor. Bu tür bilgiler ne gerçek ne hakikat ifade ediyor. Tabi ki benliğimiz devamlı “zeytinyağı gibi üste çıkma” tamahı kapsamında, günde yüzlerce uyaranla karşılaştığı için aldığı bu çakma malumatı baş tacı ediyor ve hemen tahakküm için kullanıyor. Kullanıyor da ne oluyor? Bakın ben size anlatayım. Üç beş arkadaş bir araya geliyoruz. Havadan sudan konuşmadan hemen zihnimizdeki algı sonucu oluşmuş malumat deposundan harcamaya başlıyoruz. Hah işte, Ateizm yayıldı, deist çocuklar meydanlar da link atıyor, imam-hatipler yetersiz, al sana ilahiyatlar sapık yetiştiriyor, tarikatlar miras kavgası yapıyor, parti yolsuzluklara dur diyemiyor, şu hocaya nedin, şöyle yapmış böyle yapmış …saydır git! Sonu, gelmeyen eleştiri. Ne de olsa özgürlük var. Hepsi yarım yamalak teşhis, hepsi şikâyet. Ne gerçek ortaya çıkıyor ne hakikat! Peki kardeşim ne yapmamız lazım! Tamam teşhis böyle, tedavisi nedir denildiğinde, bütün herkes dut yemiş bülbül gibi susuyor. Aklına “Kardeşim bildiklerinle sohbet ortamına egemen olmak istiyorsun, başka bir şey değil” demek geliyor… Yutkunuyorsun. Yazımızı İsmail Kılıçarslan’ın cümleleri ile bitirelim. “Zira vahye göre “bilme” tam tamına “sorumluluktur.” Biliyorsan, bildiğinle eylemek zorundasındır. Dolayısıyla vahye göre herhangi bir bilmenin amacı sadece bilmek olamaz. Öyle olduğunda kadim dünyanın terkibine ilerler âdemoğlu dediğin kimesne: “Bilgi yüklü merkep.” Atomun çekirdeğini parçalamanın ortaya çıkaracağı enerjinin ölümcül sonuçları olacağını bile bile atom bombasını bulan adam, “bilmenin sorumluluğu” hakkında en ufak bir fikre sahip olsaydı, bilmenin amacını sadece bilmek ile sınırlamasaydı yine de devam edebilir miydi yoluna? Bilmek, Mümin’i özgürleştirmez, sınırlar. Ve bu, bugün bize, çocuklarımıza öğretilmeye çalışılan sınırsızlık fikrinin tam karşısında bir bilme halidir. Çünkü insan, bildiğiyle sınırsız değil, bildiğiyle sınırlı bir varlık olarak bulabilir ancak yolunu. Bunun başka yolu yoktur. “İnsanın çoğaldığı yer neresidir?” sorusunun peşine düşenler “cem’iyyet” diye cevap vermişlerdir. Yani “kişinin Allah’tan gayrısına, masivaya eyvallah etmeyerek bütün ilgisini ve bütün endişesini Allah’ta toplaması ve O’na yönelt-mesi.” Dağılmayayım. Cem olayım. Sınır işi önemli… Dinin bireysel olarak, kula yönelik en temel amacı “bir insanı olabileceği en iyi hale getirmektir.” Bu hale gelebilmenin yoluysa bildiğiyle eylemektir ki Allah ona böylelikle bilmediğini de öğretsin. Bugün yaygın olarak önümüze konulan sınırsızlık hissi, bilmek için bilme eyleminin geniş çaplı bir yan etkisi olarak huzurlarımızdadır. Kasaplığı biliyor olmanın sorumluluğunun “kasaplık için kullanılan bıçağın harama değmemesi” olduğunu anlasaydı o çocuk, lime lime edebilir miydi masum bir kızı? “Yapabiliyorsam yapabilirim” bizim hayvanlarda bile çok nadiren tesadüf ettiğimiz bir özelliktir. Sansara şöyle kızarız: “Be hayvancağız. Kümesteki tüm tavukları boğmak yerine, birini alıp afiyetle yeseydin ya.” Aslanı ise şöyle överiz: “İhtiyacı olanı avlayıp, avıyla başka hayvanların da doymasına izin veriyor. O yüzden kral bi abimiz.” İnsanı aslan olma derecesinden sansar olma derekesine indirmeye çalışıyorlar ve insan da teşne oluveriyor buna. Zira sınırsızlık, kulağa pek hoş geliyor.[1] |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
İnsan Biriktirmek - 21/12/2024 |
Dünya üzerinde biriktirme uzmanı sadece insandır. Diğer varlıklar biriktirmeyi bilmezler. İnsan mal biriktirir, para biriktirir, kin biriktirir, lakin biriktirdiği en hayırlı şey insandır. |